Türkiye sınırları içinde dilden dile dolaşarak efsaneleşmiş şahmaran hikayesi, bugün bile Anadolu topraklarında ismini yaşatıyor. İşte, Türkiye sınırları içindeki mitolojik kahraman Şahmaran hikâyesi…
İsimde geçen şah; hükümdar, başta olan kişi anlamına geliyor. Maran ise Fars kökenli olup yılan anlamını taşıyor. Şahmaran ise; yılanların başı demek. Başı insan, gövdesi ise yılan olarak tasvir edilen bu yaratık bu zamana kadar Şah-ı Meran ve Şahmeran gibi isimlerle de anıldı ancak zaman içerisinde şu anki halini aldı; Şahmaran.
Şahmaran’ın efsanesi binlerce yıl öncesine dayanıyor. Şahmaran, Mersin Tarsus’ta yerin yedi kat altında yılanlar, -diğer ismiyle Meranlar- ile yaşıyormış.
(Yaşadığı düşünülen başka bir yer ise Adana’nın Ceyhan ile Misis arasındaki Yılan Kale.)
Meranların kraliçesine de Şahmaran denirmiş. Genç ve güzel bir kadın olan Şahmaran’ın yolu bir gün Cemşab isimli genç bir adamla kesişmiş.
Bir gün Cemşab ve arkadaşları bal dolu bir mağara keşfetmişler. Balı çıkarmak için Cemşab’ı aşağıya indiren arkadaşları daha çok bal alabilmek için onu orada bırakıp kaçmışlar. Orada mahsur kalan Cemşab mağarada bir delik görmüş ve buradan ışık sızdığını fark etmiş.
Cebindeki bıçak ile deliği büyütünce yeni bir dünya keşfeden Cemşab; burada cennete benzer bahçeler, çiçekler ve birçok yılan görmüş. Bu manzaradan o kadar çok etkilenmiş ki uzun yıllar burada Şahmaran ile birlikte yaşamış.
Ancak günlerden bir gün, Cemşab artık eve dönmek istediğini söylemiş; Şahmaran da kabul etmiş ancak tek bir şartla; Şahmaran’ın yerini kimseye söylememeliymiş.
Şahmaran’a söz verip ailesine kavuşan Cemşab yıllarca verdiği sözde durarak Şahmaran’ın yerini kimseye söylememiş ancak bir gün padişahın hastalanması tüm gidişatı değiştirmiş.
Vezir, hastalanan padişahın yalnızca Şahmaran eti yiyerek iyileşeğini söylemiş ve günlerce bu haber tüm ülkede duyrulmuş. Padişah için yana yakıla bir çare aranıyormuş. Cemşab, bir süre dirense de en sonunda Şahmaran’ın yerini söylemek zorunda kalmış. Bu noktadan sonra efsane iki farklı söylentiye bölünüyor.
İlk söylentiye göre efsane şöyle devam ediyor; bir insana güvenmenin karşılığında ihanete uğrayan Şahmaran, mağarasında yakalanmış ve Cemşab’a; “Beni toprak çanakta kaynatıp suyumu vezire içir, etimi de padişaha yedir” demiş. Suyu içen vezir ölmüş, padişah ise iyilemiş hatta Cemşab’ı veziri yapmış.
İkinci söylentiye göre; Şahmaran “Benim başımı kaynatıp padişaha içir, padişah kurtulsun, gövdemi de vezire içir, ölsün. Kuyruğumu da kaynatıp sen iç’ demiş. Bunun üzerine dediklerini yapan Cemşab; veziri öldürmüş, padişahı kurtarmış kendisi de lokman hekim olmuş.
Günümüzde kullanılan asaya sarılı iki yılanın ise Şahmaran’ın tıp alanındaki bilgeliğinden ve Lokman Hekim’den geldiği düşünülmektedir.
Hangisi doğrudur bilinmez ancak her iki söylenti de bizi aynı noktaya götürüyor; Şahmaran ölümünde bile Cemşab’a ihanet etmiyor ve bu sayede Cemşab -lokman veya vezir fark etmez- toplum arasında yeni bir statüye kavuşuyor.
Efsaneyi bitirirken şunu da ekleyelim; mağarada Şahmaran’ın dönmesini bekleyen yılanların bugün bile onun öldüğünü bilmediği rivayet edilir. Hatta Tarsus’un bir gün bunu fark eden yılanlar tarafından istila edileceğine dair komplo teorileri bile bulunuyor.