Efsanevi şehir İstanbul’un saklı kalmış hikayeleri

Binlerce yıla dayanan geçmişi, başkentlik yaptığı imparatorlukların bıraktığı izlerle İstanbul, dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Öyle ki tarihin en büyük generallerinden Napolyon İstanbul için “Dünya tek bir ülke olsaydı başkenti İstanbul olurdu” demiştir.

Tarih boyunca kimsenin paylaşamadığı, uğruna pek çok savaşın yapıldığı bu kadim şehir, dünyanın en önemli yapılarına ve miraslarına da ev sahipliği yapıyor. Kimi zaman efsanevi hikayelere konu olan İstanbul’un mirasları hakkında asırlardır kulaktan kulağa yanlış bilgiler de anlatılıyor.

İşte İstanbul’un 5 tarihi yapısı hakkında bilmediğiniz gerçekler…

GÜNÜMÜZDE FATİH CAMİİ, FATİH SULTAN MEHMET’İN YAPTIRDIĞI YAPI DEĞİL!

İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından şehirde yaptırılan ilk cami olma özelliğine sahip Fatih Camii, Osmanlı sultanları ve aileleri tarafından yaptırılan ilk selatin cami olma unvanını taşımaktadır. Selatin cami, Osmanlı aileleri tarafından yaptırılmış camilere verilen isimdir dolayısıyla Fatih Cami’nin ilk Selatin cami olması tarihi öneme sahiptir. İçerisinde 16 tane medrese, hamam, aşevi, kütüphane, konuk evi ve hastane bulunan Fatih Camii, Fatih Sultan Mehmet başta olmak üzere Osmanlı tarihinin birçok önemli isminin türbesine ev sahipliği yapmaktadır.

Yapımı 1469 yılında tamamlanan Fatih Camii’nin bugünkü halinin orijinal yapı olmadığını biliyor muydunuz? Mimar Sinaüddin Yusuf bin Abdullah tarafından yapılan cami, 1509 İstanbul depreminde büyük hasar görmüş ve 2. Bayezid döneminde onarılmıştır.

1766 yılında bir depremle daha harabeye dönen cami, bu defa 1767-1771 yılları arasında Mimar Mehmed Tahir Ağa’ya tamir ettirilerek orijinal görünümünü kaybetmiştir. Fatih Camii’nin ilk halinden günümüze şadırvanı, avlusunu üç duvarı, tac kapısı ve mihrabı kalmıştır.

HİÇBİR OSMANLI ÇEŞMESİNE BENZEMEYEN BİR OSMANLI DÖNEMİ ÇEŞMESİ

İstanbul’un yerli ve yabancı turistlerin yolunun düştüğü, en ünlü ve en turistik meydanlarından, Sultan Ahmet Meydanı’nda bulunan Alman Çeşmesi, hemen hemen herkesin önünde dinlendiği, fotoğraf çektirdiği süslü bir yapı olarak dikkat çekiyor. Çeşmenin Osmanlı Dönemi’nden kalma bir miras olduğunu herkes bilse de Osmanlı çeşme mimarisinden farklı olduğunu fark etmeyenler olabilir. Çeşme, adından da anlaşılacağı üzere bir Alman mimari örneğidir.

Çeşme, Alman İmparatoru Kayser II. Wilhelm’in 19 Kasım 1898 tarihindeki İstanbul’u ikinci ziyaretinin hatırası olarak Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit’e hediye edilmiştir. Tüm parçaları Almanya’da hazırlanarak İstanbul’a getirildikten sonra birleştirilen çeşmenin planlarını Alman imparatorunun özel danışmanı Mimar Mark Spitta çizmiştir.

İyi bir işçilikle sekizgen biçimde inşa edilen Alman Çeşmesi, Türk cami şadırvanları örnek alınarak yapılsa da Osmanlı çeşme mimarisinden farklı olarak Neo-Bizanten üslubuna sahiptir. Altın mozaiklerle süslü, hiçbir Osmanlı çeşmesine benzemeyen bu çeşme, aynı zamanda Avrupa çeşmelerine de benzememektedir. Kubbenin iç yüzeyinde bulunan sekiz madalyondan dördünün içine Sultan 2. Abdülhamit’in tuğrası, diğer dördünün içine 2. Wilhelm’i temsilen üzerinde taç bulunan “W” harfi ile altına “II” rakamından oluşan imparatorluk arması işlenmiştir. Çeşmede hem Osmanlıca hem de Almanca kitabeler de yer almaktadır. Almanca kitabede “Alman Kayser’i Wilhelm 2, 1898 yılı sonbaharında, Osmanlıların hükümdarı haşmetlû Abdülhamid II nezdinde ziyaretinin şükran hatırası olarak, bu çeşme yaptırıldı.” yazmaktadır.

KİTABESİ KAYIP MİMAR SİNAN KÖPRÜSÜ!

Küçükçekmece’de bulunan, kimileri tarafından Kanuni Sultan Selim Köprüsü, kimileri tarafından ise Mimar Sinan Köprüsü olarak bilinen tarihe meydan okuyan bu yapı, bir Mimar Sinan eseri olarak bilinse de usta mimara ait değildir. İstanbul’dan Rumeli’ye uzanan sefer yolunu kolaylaştırmak için inşa edilen köprü aslında Orta Çağ boyunca insanlara hizmet etmiş Bizans İmparatorluğu’nun son zamanlarında bakımsız kalmış ve depremlerle yıkılmıştır.

Stratejik anlamda önemli bir yere sahip olduğu için köprü, 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından restore edilmiştir. Günümüzde orijinal mimari özelliklerini kaybetmiş olan köprünün kitabesinin de kayıp olması mimarı hakkında kesin bilgilere ulaşılmasına engel olmaktadır. Fakat kayıp kitabeli bu tarihi köprünün Koca Sinan’dan önce baş mimar olan Acem Alisi’ne ait olabileceği düşünülmektedir.

TEMELİNDEN SULAR ÇIKAN CAMİ

İstanbul’un turist nüfusunun en yoğun olduğu, Eminönü’nde denizin kıyısında bulunan Yeni Camii, vapur seyahatlerinde yolculara selam veren ilk yapı olarak önemli bir yere sahip. Yapımına 1589 yılında Valide Safiye Sultan’ın emriyle başlanan Yeni Camii’nin inşaatı tarih içerisinde çeşitli nedenlerle durmuş ve 1663 yılında Turhna Hatice Sultan’ın destekleriyle tamamlanmıştır.

Bu yönüyle Yeni Camii, tarihte yapımı en uzun süren cami olma özelliğine sahiptir. Mimarlığını Mimar Sinan’ın yetiştirdiği öğrencilerden olan Ser Mimaran-ı Alem Davud Ağa yapmıştır tamamlayan mimar ise Dalgıç Ahmed Ağa olmuştur. Şehzade Camii mimarisinin daha ayrıntılı bir planına sahip olan Yeni Camii, İstanbul silüetinin en önemli eserlerinden birisidir.

Yeni Camii’ni diğer yapılardan ayıran özelliği; denizin doldurularak yapılmasıdır. Günümüzde deniz ile cami arasında kalan geniş yol tamamen denizle kaplıyken cami inşaatı için doldurulmuştur. Bu nedenle caminin temel çalışmalarında su çıkmaya başlamış ve gece gündüz tulumbalarla su boşaltılmıştır. Su çıkmasına engel olmak ve temeli sağlamlaştırmak isteyen mimar Davud Ağa, büyük kazıklar çaktırıp uçlarını kurşun kuşaklarla bağlayarak duvarları deniz seviyesinden yükseğe çıkarmıştır.

6’INCI LEON MOZAİĞİ VE HZ. İSA’NIN OTURDUĞU TAHTIN ANLAMI

Ayasofya’da ibadet eden tüm kadim krallar, sultanlar ana mekana İmparator Kapısı’ndan girerdi. Kapının hemen üzerinde ise, birçok gizemi ve efsaneyi içinde barındıran bir mozaik bulunuyor. 10’uncu yüzyıla tarihlenen mozaiğin ortasında sağ eliyle baba-oğul-kutsal ruh işaretini yapan Pantaktrator İsa, sol elinde ise Grekçe “Barış sizinle olsun. Ben dünyanın nuruyum” ibaresi yazan İncil’i tutuyor. Hz. İsa’nın sağında Cebrail, solunda annesi Hz. Meryem yer alırken, İsa peygamberin ayakları dibinde ise ona secde eder durumda Doğu Roma İmparatorlarından VI. Leon bulunuyor.

Ortodoks mezhebinde en fazla 3 evliliğe izin veriliyordu. Ancak 6. Leon, hiç erkek çocuğu olmadığı için 4’üncü kez evleniyor. Aforoz edilme ile karşı karşıya gelen İmparator, patrikler tarafından affedilir ve o da İmparator Kapısı üzerine bu mozaiği yaptırır. İmparator Leon bu mozaikte kendisinin, İsa peygamberin ayaklarının dibinde ona secde eder durumda resmedilmesini ister.

Mozaikte dikkat çeken bir diğer detay ise, Hz. İsa’nın oturduğu tahttır. Hristiyan inanışına göre; bir gün İsa peygamber Mesih olarak Kudüs’teki Zeytin Dağı’na inecek, oradan Kudüs şehrine yürüyecek, Altın Kapı’dan geçip kutsal kayanın üzerine tahtıyla oturacak ve Hristiyanlığın devri yeniden başlayacak. Mozaikteki taht da bu inanışı simgeliyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir